Thursday, July 17, 2008

TANRILARIN TAHTINA YOLCULUK -NEPAL MAYIS 2008


Sevgili Macera Severler,
Sizlere, 2008 yılı Mayıs ayında Nepal'de gerçekleştireceğimiz trekking ve dağ etkinlikleri ile ilgili iki güzel haber iletmek istiyoruz. Hem "Everest Base Camp Trek" hem de "Island Peak Zirve" programlarını peş peşe gerçekleştiriyoruz.
İkinci haber, bu iki geziye Tunç Fındık'ın katılacağı da kesinleşti. Everest'in zirvesine iki kez çıkan, 500'ün üstünde dağa tırmanmış, efsanevi bir dağcının bizlerle birlikte olması bu geziyi daha da özel kılacak. Gerçek bir Himalaya fatihi ile bu görkemli dağların arasında geçen bir geziye katılmak bir ayrıcalık halini aldı. Island Peak programına katılanlar da böylece Tunç ile zirveye giden yolları birlikte katedecekler. EXPLORER


Dagcilarin hac yeri, dunyanin dami Himalayalara duzenlenen bu tura ilk defa hem Ertugrul Melikoglu’nun hem de Everest’e iki defa cikmis yasayan efsane Tunc Findik ile Mustafa Kalayci’nin rehberlikleri esliginde ve mayis ayinda yani Everest’e cikis sezonunda olmasi itibariyla fazlasiyla yogun ilgi vardi. Dogal olarak bu tur haberini ben de goz ardi edemedim. 2 haftalik ana kampa mi gideyim, adini ilk defa duydugum zirveli 3 haftalik tura mi katilayim diye papatya fali tutarken son anda grubun motivasyonu ile zirveli programa yazildim. 2 mayista Bahreyn gecelemeli ucusun ardindan 3 mayista Katmandu havaalaninda bizi Ertugrul, Tunc ve Ahmet agabey karsilayarak 29 kisi ile Everest Ana Kamp turuna gelen en kalabalik Turk grubu unvanini ele gecirdik.

Istanbul’da bulusup Gulf Air’in Bahreyn konaklamali ucuslarinin ardindan Katmandu’ya indik. En yuksek butceli, en siradisi mimari ve en yuksek gokdelen konusunda yaris halinde ama havaalani dokuluyor olan yapay sehir Bahreyn’den sonra Katmandu cok daha samimi geldi bana. Iner inmez yerel rehberlerimiz boynumuza cicekten kolyeler takarak bizi sicak bir sekilde karsiladilar. Aksam saatlerinde iki minibus halinde Ahmet agabeyin ön bilgilendirmesi –kendisi bir haftadir buralarda vakit gecirmekten bunalmis - ve merakli gozlerle etrafi idrak etmeye calisarak otelimize vasil olduk.


Nepal, kuzeyde Cin, guneyde de Hindistan’in arasında kalan 147.000 km alana sahip bir guney Asya ulkesidir. Kuzeyinde Himalayalar, guneyinde de ormanlık Terrai bolgesi ile cevrelenmistir. Yaklasik olarak 29 Milyon nufusa sahip olan Nepal’de halkin buyuk bolumu tarimla ugrasmaktadir. Ulke halkının %80 i (Hindu)'dur. Nepal kendini dunyanın tek hindu kralligi olarak tanıtır.

(Ancak biz Himalayalarda arz-i endam ederken yonetimde pek soz sahibi olamayan kral, Mao yanlisi grubun baskisina dayanamayarak ulkeden kacmak zorunda kalmis; Maocular yonetimi ele gecirmislerdir.) Nepal’de çok sayıda etnik grup bulunmakta ve çok sayıda dil konusulmaktadır. Devletin resmi dili Nepalcedir. Başkenti Katmandu olup, 1,5 milyon nufusu ile en gelismis ve buyuk sehri de burasıdır. Kisi basına dusen milli geliri 240 dolar olan Nepal, dunyanın en fakir ulkeleri arasında gosterilmektedir. (Kaynak: Wikipedia)
Havaalanindan turistik Thamel bolgesinde yer alan otelimize giderken karanlikta gorebildigim kadariyla Katmandu, hem bisiklet, motosiklet, otomobil, hem de insan trafiginin seyrettigi dar ve tozlu sokaklariyla kalabalik bir Asya sehriydi. Otelimiz, buranin en iyileri arasinda sayilabilecek cinstendi ancak elektrik surekli kesilip kisitli jenerator imkanlari olcusunde kullanildigindan ortam genelde lostu. Ulkede enerji uretimi konusunda ciddi darbogaz yasandigi besbelliydi. Oyle ki, Katmandu’da gerek sehirde gerekse dagda nereye gitsek elektrik ve temiz su yoklugu ile karsi karsiya kaliyorduk.

Otele yerlesip lobide Ertugrul’un genel bilgilendirme brifingini aldiktan sonra aksam yemegi icin daha sonra sabah kahvaltilarina da gitmeyi bir gelenek haline getirecegimiz the Northfield Restaurant’a gittik. Burasi otelimize yaklasik 100 mt uzaklikta, bizdeki nostaljik cay bahcelerini andiran bir acik hava lokantasiydi ve U seklindeki buyuk masa bizim icin hazirlanmisti bile. Turk rehberlerimizle birlikte toplam 29 kisiydik ancak grupta Island Peak ekibi disinda kimseyi tanimiyordum. Ilk defa boylesi bir ekspedisyona bu kadar kalabalik bir ekiple gidiyordum. Katilim muazzamdi; Ankara, Istanbul, Izmir, Adana, Bursa, Mersin, Fethiye gibi Turkiye’nin dort bir yanindan gelen 25-55 yas arasi doga ve macerasever bir aradaydik.
Bol baharatli ve buyuk porsiyonlu lezzetli aksam yemegimizi, restoranin mutevazi sahnesinde sergilenen geleneksel muzikli dans esliginde ve oldukca gec bir saatte yedik. Renkli isiklari ve yuksek volumlu canli muzigi pencerelerinden disari tasan los rock barlari, sagda solda cocuk denecek yasta genclerin yerlerde uzandigi karanlik sokaklarindan gecerek otelimize donduk. Ve ertesi gun otelde birakacagimiz, yuruyuste yanimiza alacagimiz ve tasiyicilara verecegimiz cantalarimizi hazirlayip sabah 4 gibi uyanmak uzere uykuya daldik.

3.gun (04.05.2008)
Sabah 4.00’te uyandik; cunku saat 7.00 gibi Lukla’ya giden ucaga yetismek durumundaydik. Ihtimal, onceki aksam yemeginden kalan sebze ve etten mamul sicak yemeklerden olusan kahvaltiya pek itibar etmeden minibuslerle havaalanina transfer olduk. Oldukca kalabalik havaalaninda bir hengame icinde organize olarak ellerimize tutusturulan halk otobusu biletlerini andiran yesil / pembe ucus kartlarimizla haremlik – selamlik guvenlik kapilarindan gectik ve ayni hengame icinde pirpir tabir ettigimiz ucaklara biniverdik.

Meger biletlerdeki renk farki erkek – kadin ayrimindan degilmis : ) Ayni anda dolan ve pespese kalkacak ucak ayrimini yapmak icinmis. Sevimli hostesimiz tepsi icinde bize birer seker ve ikiser pamuk sundu ve yanimiza oturdu. Ucaklarimiz dolmus gibi, 10-15 kisi binebiliyor, pilotlari yari acik perdeden izleyebiliyoruz, kabin basinci yok, motor sesine karsi pamuklar kulaga tikiliyor, daglarin arasinda heyecan yapip kan sekeriniz duserse hostesimizin verdigi seker imdadimiza yetisiyor. Kendimi biraz daha zorlasam Indiana Jones filminin setinde hissedecegim.

Motor calisir vaziyette iken ucaga biniyoruz ve bir anda ne oldugunu anlayamadan havalaniyoruz. En arka ortada oturdugum icin hangi pencereye bakacagimi sasiriyorum. 6000-7000lik daglardan daha alcak irtifada ucuyoruz, manzara muhtesem. Ormanlık daglar, tepeler, vadiler, dag koyleri, kah bulutlarin arasinda kah altindayiz. Uzansam daglara dokunacak gibiyim..

Seyretsem mi fotografini mi ceksem derken 40 dk.nin nasil gectigini anlayamadan Lukla’ya iniyoruz. Burasi, daglarin arasinda dunyanin en ilginc ve bir o kadar da tehlikeli havaalani. “Bir anda” diyorum; zira ucagimiz ucurumdan baslayip 100-150 metre devam eden rampa seklindeki piste iniyor, sonra sola dönüyor ve pıt diye duruyor. Inmiyor, adeta konuyoruz piste. Bindigimiz gibi ayni hengame icinde ucaktan inip havaalanindan adeta kovalaniyoruz. Alani saran tel orgulerin arkasinda buyuk bir kalabalik bizi karsilamaya gelmis.

Cok gecmeden bu insanlarin tasiyicilik yapmak icin geldiklerini ogreniyoruz. Dag ve doga turizmi buranin en buyuk gecim kaynagi; tasiyicilik ise en onemli ekmek kapisi. Daglarin arasindaki tum yerlesimler hep insan sirtinda yukselmis. Aslinda cok ucuz bir sehir olan Katmandu’dan sonra Lukla ve bundan sonra gidecegimiz dag koyleri mahrumiyet alani sayiliyor. Hersey insan sirtinda buralara geldigi icin sise suyundan dolar kuruna kadar fiyatlar irtifa ile orantili olarak gitgide artiyor.

Sabah 8.00 sularinda vardigimiz Lukla’da once Everest Lodge’da cay – kahve icip (ki bu bizim rutinimiz olacak artik) kasabada bir tur attik. Degil teknik donanim, elektrik, sudan bile yoksun bu dag koylerinde hayat tamamen dogaya endeksli oldugundan sabah erken kalkilip ise koyulunuyor, aksam erken yatiliyor. Doviz burosu acilmasa da esnaf kepengini acmis, yol uzerinde dagci ve trekcilerin kullandigi rengarenk malzeme ve giysiler gorucuye cikmisti.

Tasiyicilar, sirtlarinda kufe beklemede, okul cocuklari okul yolunda, kucuk cocuklar ise ortalikta kosup oynuyorlardi. Ortam Lukla’nin yegane sokaginda kesif yapip fotograf cekmek icin idealdi. Yuruyus icin son hazirliklarimizi yapip hurclarimizi tasiyicilarimiza teslim ettik ve saat 9.30 gibi gerekli malzemelerimizin oldugu sirt cantalarimizi yuklenip yola koyulduk.



Ilk gun isimiz kolaydi. 2800’lerden 2500’lerdeki Phakding’e inecektik. Piril piril bir havada bizim Karadeniz cografyasini andiran orman ve dag manzaralari esliginde genelde yokus asagi olan bu rotayi 4 saatte tamamladik. Tam Phakding’e girerken yagmur basladi ve Lodge’a girdigimizde saganaga donustu. Burasi Everest’ten gelen nehrin gectigi bir vadiydi.

Yuruyus molalarimizi verdigimiz kamp yerleri, trek ve dagcilara yonelik, yemek ve konaklama ihtiyacini goren “lodge” denen misafirhanelerin oldugu dag koyleriydi. Ilk defa bir ekspedisyonda cadir yerine bu tarz baraka tipi misafirhanelerde kaliyordum. Bu yapilar genellikle yerel tastan dis duvarlari, kontrplak bolmeli iki kisilik odalari, ortak tuvaletleri ve aksamlari lodge’u isleten kisilerin kaldigi ortasinda soba kurulu genisce yemek salonu olan yapilardi. Yemek bu salonlarda, okul sirasini andiran tahta masalarda yeniyordu. Phakding’de kaldigimiz lodge’un cok guzel manzara goren genis camli bir salonu vardi.

Ancak susuzluktan dolayi ortak tuvaletleri cok pisti. Bu kadar saganak yagmurun oldugu, üç ay boyunca Muson mevsiminde sellerin goturdugu, nehirlerin cagladigi memlekette daglik cografya ve sert iklime uygun teknoloji yoksunlugundan dolayi elektrik de su tesisati da yoktu, tasima su ile hayatlarini idame etmeye calistiklarindan hijyen buyuk sorun idi..

Yuruyus sonrasi kurt gibi acikip menulerden siparis ettigimiz yemekler 3 saat sonra gelebildi.(ki bu matbu menulerin genelde gostermelik oldugunu anlayacaktik ileride) Ayni anda 29 kisinin verdigi cesit cesit yemek siparisi karsisinda organize olamayan mutfak ekibi kitlenip kaldi. Her ne kadar Ahmet agabey olaya el atip servisi bizzati kendisi yapsa da cogu insan ya memnun kalmadi ya da ac kaldi. Bu ilk basarisiz deneyimden sonra yemekleri 2-3 saat onceden fiks menu seklinde siparis etmeye karar verdik. Menumuz hazir corba, yaninda bizdeki ince bazlama karsiligi capati, haslanmis makarna ile donusumlu olarak “fried rice” denen sebzeli / yumurtali, kavrulmus pilav (ki 2. gunden itibaren bu yemegin adini bile duydugumda midem donmeye basladi!) ve haslanmis patatesten olusuyordu.


4.gun (05.05.2008)
Bundan sonra her gun yapacagimiz uzere sabah erkenden kalkip tasiyicilara verecegimiz hurclarimizi ve sirt cantalarimizi hazirlayip 07.30 gibi kahvaltiya iniyor, 8.00-8.30 gibi bir sonraki kamp yerine gitmek uzere yola cikiyoruz. Onceden planlanan, saat gibi isleyen bir duzenimiz var; kendimi kurulmus oyuncak gibi hissediyordum.

Bize soylenen seyleri periyodik bir sekilde tekrarliyorduk. Sabah erkenden kalk, tulumunu topla, hurcunu, cantani hazirla, kahvaltini yap, bol cay, su ic, tek sira halinde yuruyuse gec, saat basi mola ver, ihtiyac gider, ye, ic, in, cik, arada fotograf cek, yine yemek ye, su ic, yuru. Kafa kirada bir dongu.. Aslinda bunun iyi bir tarafi da vardi.


Kafayi bosaltmak icin birebir bir etkinlik. Hersey senin icin dusunulmus ve planlanmis; sana sadece soyleneni yapmak ve doganin tadini cikarmak kaliyor. Deneyimli rehberlerimizin tavsiyelerini dinleyen, kendine soylenenleri yapan uslu bir kırkayak gibiydi grubumuz. Kalabalik ancak gayet uyumlu.. Zamanla sohbet edip tanidikca birbirimizle de kaynastik. Herkesin kendince bir duzeni ve hayati vardi; isinden, esinden, zamanindan fedakarlik ederek farkli beklentilerle gelmisti buraya.

Bu arada bize hizmet eden, rehber, tasiyici ve asci bir sherpa ordumuz vardi. Kisa boylarina ve kendi agirliklarindan cok yuk tasimalarina ragmen sasilacak derecede guleryuzlu ve kendileriyle barisikti bu insanlar. Her gun “dalbat” denen etli, mercimek soslu pilav yeseler de bikmiyorlardı. Surekli aralarinda gulusup sakalasiyorlardi. Cok basit ancak gercekten de agir sartlar altinda yasiyorlardi hayatlarini; onlardan ogrenecek cok seyimiz vardi..

Bugun yolumuz uzundu, 2550mt’den kus ucusu 10 km mesafede ve 3440mt irtifadaki Namche Bazaar’a gidecektik. Kah akan nehir boyunca, kah orman icinde, bol bol asma koprulerden ve mavi – yesil catili tas evlerin oldugu dag koylerinden gecerek dua bayraklari donanmis, mani taslariyla bezeli yollarda zamanin nasil gectigini anlamak, ya da yorgunluk hissetmek mumkun degil.

Ben boyle icinde insan ve yerel kultur olan doga turlarina bayiliyorum. Insanin hic sıkılmaya firsati olmuyor. Her an karsina farkli bir manzara cikiyor. Bir yandan 3000-4000mt’lerde bile agaclarin ve rengarenk bitkilerin fiskirdigi, daglarin, vadilerin ve gokyuzunun surprizleriyle surekli seni ti’ye aldigi buyuleyici bir dogayi kesfediyorsun, bir yandan da burada gunluk telase icindeki yerel insanlarin hayat akislarini en dogal halleriyle izleme sansina sahipsin.

Dag koylerinden gecerken karsina her an bahcesiyle ilgilenen bir ciftci, cocuguna bakan bir kadin, evlerinin onunde oynayan kucuk cocuklar, saclarini yikayan bir genc kiz, tapinaga kosturan rahip delikanlilar, kereste kesen marangoz, insaatta calisan koyluler cikabiliyor. Bu manzaralar en cok Phakding – Namche Bazaar – Tengboche arasinda karsimiza cikiyordu.



Phakding’den Namche Bazaar’a bu dusunceler ve sahane manzaralar esliginde gidiyorum. Oglen Sagarmatha Milli Park girisinde kontrolden gecip (ki bunu fark etmedik bile) Jorsale denen sahane dag – orman – selale manzarali bir tesisin terasinda ogle yemegi molamizi veriyoruz.

Yavas yuruyus temposu ile Namche Bazar’a saat 16.45 gibi variyoruz. Kasaba giris kapisindan gecip dua tekerleklerini ceviriyoruz ve karsimiza buyuk bir Stupa cikiyor; Buda’nin gozu uzerimizde!


Manzara buyuleyici, daglarin dogal olarak olusturdugu yarim ay seklinde genis bir canaga kurulmus bir kasaba var karsimizda. Butun bu evlerin, teraslanan toprak duzluklerin, bahcelerin, dukkanlarin, sadece yayan ulasilan bu yerde insan sirtinda, insan eliyle yukseldigini dusunmek inanilir gibi degil! Oldukca yorgun olmamiza ragmen yine bir “Explorer klasigi” yasiyoruz; konaklayacagimiz Khumbu Resort Hotel yamacin en tepesinde! Ancak dik merdivenlerden son bir gucle cikip 3440mt’deki otelin genis terasina vardigimizda buna degdigini goruyoruz. Zira tum kasaba ayaklar altinda, karsimizda ise aksamustu inen bulutlar arasindan kutsal Kusum Kanguru (6367) dagi bize goz kirpiyor.

3 katli otelimize yerlesip en ust kattaki nefis manzarali yemek salonunda sicak birseyler ictikten sonra Island Peak’ci 5 arkadas yukari dogru yuruyuse cikiyoruz. Yerlesim, bulundugumuz noktada bitse de yol yukari dogru basamak basamak cikiyor. Biz de yavas yavas takip ediyoruz. Tabelalar bizi bir muzeye dogru yonlendiriyor; ancak muze etrafi telorguyle cevrili askeri alanda. Buranin yasak bolge oldugunu nobet tutan askerden ogrenince geri donuse geciyoruz. Hava kararmis, bulutlar iyice asagilara inmis, daglarin ortasinda, sis perdesinin altindaki evlerin pencerelerinden suzulen isiklariyla ayaklarimin altinda uzanan bu dag kasabasi kendimi dis dunyadan tamamen kopuk bir yerlerde, adeta bir masal alemindeymis gibi hissettiriyor.

Aksam yemeginin ardindan Tunc’un tavsiyesi ile ertesi gun civardaki Khumjung koyune gitmeye karar veriyoruz. Ogleden sonra da dukkanlardan gerekli malzeme ihtiyacimizi karsilamak icin alisveris imkanimiz olacak. Namche Bazar’in internet, telefon, dus gibi ihtiyaclarimizi karsilayabilecegimiz en donanimli yer oldugunu daha onceden duydugumuz icin bunu hemen degerlendiriyoruz.

5.gun (06.05.2008)
Sabah kahvaltisinin ardindan saat 08.00 gibi Khumjung koyune dogru yola cikiyoruz. Yol oldukca dik, cok hizli irtifa almamak icin yavas hareket ediyoruz; yoksa vucudumuz ani irtifaya ters tepki verebilir. Gunduz gozuyle piril piril havada Namche Bazar yukaridan nefis gorunuyor. Dik etabi bitirdikten sonra bir sure havaalani olarak kullanilan oldukca genis, toprak bir duzluge variyoruz. Burasi acil durumlar disinda artik havaalani olarak kullanilmiyor. Birkac tesis var trekcilere yonelik.

Bu arada yanimizdan sirtlarinda rulo halilar tasiyan sherpalar geciyor. Ibret ve hayret icinde izliyoruz. Sirtimizdaki hafif cantalarimiz, saglam botlarimiz ve giysi donanimimizla zorlanarak yurudugumuz bu yollarda genc – yasli sherpalar hicbir teknik donanimlari olmaksizin inanilmaz yukler tasiyarak bizi solluyorlar.

Khumjung, yesil catili, granit duvarli, ahsap pencereli evleriyle dogaya yuzde yuz uyumlu, sevimli bir dag koyu. 3780mt irtifada, hafif egimli bir dag yamacina kurulu bu koye dua taslari arasindan girip sherpalarimizin gogusleri kabararak gosterdigi okulu ziyaret ediyoruz.




Everest’e ilk cikan Sir Edmund Hillary’nin yaptirdigi bu okul oldukca donanimli, Ingilizce egitim verilen, kutuphane ve bilgisayar laboratuvarlarinin bulundugu, civar koylerden de ogrencilerin geldigi onemli bir egitim yuvasi. Disarida beden egitimi verilen, siniflarda ders goren ogrencilerin fotograflarini cekmemize izin veriliyor. Sicak duygularla ayrildigimiz Khumjung’dan Namche Bazar'a oglen donuyoruz
ve ilk isim dusa girmek oluyor. Bundan sonra 13-14 gun dagdan inene kadar dus alma imkanim olmayacak. Bu tur ekspedisyonlarin en kotu tarafi da bu! Dustan sonra ogle yemeginin ardindan kasabaya alisveris yapmaya iniyoruz. Aklimiza gelebilecek her turlu dagci malzemesini oldukca iyi fiyatlara bulmak mumkun dukkanlarda. Katmandu’da fiyatlarin daha da uygun oldugunu duydugumdan sadece ihtiyacim olan malzemeleri satin aliyorum. Dag sezonunun en yuksek oldugu zamanda geldigimiz icin Ertugrul’la ben ayagimiza uygun plastik bot bulmakta gucluk ceksek de nihayet bulup kiraliyoruz ve aksam saatinde otelimize donuyoruz.

6. gun (07.05.2008)

Sabah ayni kalkis ve hazirlik faslindan sonra bu sefer Tengboche’ye dogru yola koyuluyoruz. Solumuz yamac, sagimiz ucurum, asagisi derin bir vadi ve bu derin vadide Everest cenahlarindan gelen DudhKoshi nehri cagliyor. Iki insanin yanyana zor gecebildigi patikada sık sık yaklara ve tasiyicilara yol vererek yuruyoruz.


Ardimizda kivrilan derin vadi uzerinde merhale merhale yukselen ormanlik tepeleri birakip karsimiza cikan karli zirvelere dogru ilerliyoruz. Zaman zaman yolumuza cikan stupalarda (stupa; Budistlerin etrafinda ibadet ettikleri uzerinde Buddha'nin gozleri olan tastan bir nevi mescit)ihtiyac ve fotograf molalari veriyoruz. Muthis bir cografya! Karsi tepelerde doganin koynunda koyler gorunuyor, hatta Tengboche’yi bile secebiliyoruz uzaktan; ancak once derin vadiyi katetmemiz gerekiyor.

Onceleri Namche irtifasinda yuruyup bir sure sonra 3250mt’deki vadiye kadar iniyoruz. Ogle yemegimizi bu vadide, Phunki Tenga’da nehir kenarindaki tesiste yiyoruz.

Burada nehir suyunun gectigi egimli yol uzerine icinde dua tekerleklerinin bulundugu kulubeler yapmislar. Dua tekerlekleri nehrin suyu aktikca dogal olarak degirmen misali donuyor; boylece Budist inanisa gore tekerin etrafina sardiklari kagitlarda yazili dualar havaya karisarak dogaya iyilik ve guzellik yayiyor. Yemegin ustune hatiri sayilir bir tirmanisa geciyoruz. Fiks menu haline gelen bir tabak dolusu patatesi yiyip tok karnina ogle sicaginda bu kivrilarak yukselen dik yokusu tirmanmanin tek dayanilir tarafi sahane bir ormanlik alanda, Rhododendron ismindeki koyu pembe, kirmizi renkli orman gullerinin arasindan geciyor olmamiz..


Fonda dag manzaralari, onde renk rek orman gulleri bir yandan tirmaniyor bir yandan muthis bir gorsel ziyafet cekiyoruz. Ve 17.30 gibi 3860mt irtifadaki Tengboche’ye variyoruz. Burasi misafirhanesi oldukca mutevazi ancak manastiri buyuk ve gosterisli olan bir dag koyu.

Yoreye ozgu mimarinin en guzel orneklerinden, belki de bu irtifadaki tek ornegi olan ve koye ismini veren Tengboche manastiri, tapinagin girisinde yazilana gore 17. yuzyilda buraya gelen onemli bir Budist rahibin kaya uzerindeki ayak izi uzerine kurulmus. Tapinagin cok dingin bir ortami var.

O gece Tugrul agabeyin verdigi kulak tikaclari sayesinde ilk defa burada rahat ve deliksiz bir uyku uyuyabiliyorum. Odalarin ic bolmeleri o kadar ince ki, kulak tikaci takmasam sadece oda arkadasimin degil yan odada kalanlarin bile en ufak sesi uykumu kacirmaya yetiyor.

7. gun (08.05.2008)

Sabah kahvaltisinin uzerine piril piril bir havada Everest dahil meshur 8000’liklerin ve 6856mt’lik Amadablam’in verdigi gorsel ziyafeti cekiyoruz. Acik, bulutsuz masmavi gokyuzu altinda buyuleyici zirveler ve renkli manastir bize asla kacirilmayacak bir pozlar veriyor. Iyi ki burada Everest’i goruyoruz; zira bir daha bize yuzunu gostermeyecek.

Yine yollara koyulup 4410mt’deki Dingboche’ye dogru ilerliyoruz. Hala orman gulleri ve agaclar bize eslik ediyor bu irtifada. Koylerde egimli arazi set set duzenlenerek taslari ayiklanmis ve duzluk alanlari cevreleyen duvarlarda kullanilmis. Bu duzlukler tarimalani olarak kullaniliyor. Yolda devam eden insaatlar goruyoruz; zira su ara yani karli kis ile Muson mevsimi arasindaki zaman dilimi, en cok faaliyetin oldugu donem.

Ogle yemegimizi Pangboche’de yiyoruz ve 17.45 gibi bu turda en cok geceyi gecirecegimiz Dingboche’ye variyoruz. Daha sarp ve kara bir cografyaya geldigimizi hissediyoruz artik. Bizdeki, ortasinda cami olan tipik köyler misali burada da her köyde buyukce bir stupa var. Dingboche daha cok dagci ve trekcilerin yolu uzerinde oldugundan burasi onlara hizmet veren misafirhanelerin bulundugu bir yerlesim. Lodge isimleri dikkatimi cekiyor: Bright Star, Valley View, Island Peak View.. Tamamen doga ve dag gorunumlerine endeksli isimler. Biz Dingboche’yi tepeden goren Valley View Lodge’da kaliyoruz.


8. gun (09.05.2008)
Bu sabah lodge’un arkasinda yukselen Nangkar Tshang tepesine bir aklimatizasyon tirmanisi yapacagiz. Bu arada ilk defa Island Peak zirvesini goruyoruz.

Her ne kadar cevresindeki karli 8000’likler arasinda mutevazi dursa da sivri uclu bir kara kaleme benzeyen zirvesi epeyce caydirici duruyor!
Aklimatizasyon icin Lodge’un arkasindan tirmanisa geciyoruz.

Tepeye vardigimizda karsimiza cikan buyuk stupada bir mola veriyoruz; Tunc bize bulundugumuz yeri ve cevredeki zirveleri tanitiyor. Cok agir bir tempoda tirmaniyoruz bir acip bir kapatan ruzgarli havada. Bulutlarin arasindan bize goz kirpan 6000-7000’lik zirveler arasinda en etkileyicisi Amadablam tum ihtisami ile karsimizda; tur boyunca guzelligini hic esirgemeden her acidan, comertce sahane pozlar veriyor bize...

Bu arada tirmanis esnasinda sherpalarimizin uyarisiyla sabah bizden once buradan gecen kar leoparinin topraktaki ayak izlerini fark ediyoruz. 4750mt’lere vardiktan sonra inise gecip oglen lodge’a geri donuyoruz. Ogleden sonra dinleniyorum. Bazilarimiz kasabadaki Dragon Pool Bar’a gidip Reggae muzigi esliginde bilardo maci yapmis! Ben de lodge’un onundeki insaati izliyorum ibretle. Tas ustasinin bir gunu uc tane granit duvar blogunu ebatlamakla geciyor. Burada hayat boyle agir cekimde ilerliyor..

9. gun (10.05.2008)
Sabah 8.30 gibi Dingboche’den ayrilip Lobuche’ye dogru yola koyuluyoruz. Amadablam’i ardimizda birakip Himalayalarin gorkemli zirveleri arasinda And daglarinin Horcones vadisini andiran vadi boyunca yuruyoruz.

Ogle yemegimizi Dhukla’da yiyip aksam saatlerinde 4910mt’deki Lobuche’ye variyoruz. Burasi vadi icinde birkac lodge’dan ibaret bir yerlesim; konakladiklarimiz arasinda en derme catma olaniydi. Yemek salonundaki tezek yanan soba havayi oyle kirletiyor ki, nefes alinacak gibi degil. Allahtan soba bir sekilde sonduruldu de rahat bir nefes alabildik ev aksam yemeginin ardindan erkenden yattik. Ertesi gunler uzun ve yorucu olacakti zira.

10. gun (11.05.2008)
Sabah erkenden ayni vadi boyunca yuruyerek karsimizda 7165’lik Pumori, sagimizda Himalayalari izleyerek ogle saatlerinde 5140mt’deki Gorakshep’e variyoruz.

Kalapatthar tepesinin hemen dibindeki bu kamp alaninda ogle yemegimizi yiyip 13.30 gibi Everest Ana Kampa dogru yola cikiyoruz. Bu arada 29 kisilik grupta kopmalar oluyor, bazi arkadaslar kendini iyi hissetmeyip lodge’da kaldiyor. Bol inis – cikisli ve bir yarisindan sonra kayalik, duzensiz, dogru duzgun patikasi olmayan bu yorucu yolu grubun yarisi tamamlamayarak geri donuse geciyor.

Sagimizda bulutlarin kapladigi karli Himalaya zirveleri, hemen dibimizde uzanan, aralarinda yesil renkli gollerin bulundugu Khumbu buzulu muhtesem goruntuler veriyor. Ana kampa yaklastikca hava iyice bozuyor ve kar serpistirmeye basliyor. Bu noktada da bir kopma oluyor ve grubun bir kismi da buradan Gorakshep’e geri donuyor. Geri kalan kisim Khumbu buzulunu asarak saat 16.30 gibi Base Camp’a variyoruz.

Burasi onlarca irili ufakli cadirin genis bir alana yayildigi bir cadirkent. Ancak kotu havadan midir bilemiyorum, en ufak bir hayat belirtisi gostermiyor. Fazla sorgulamadan, zaten oldukca yorgun oldugumuz icin ve bizi uzun bir donus yolu beklediginden kisa bir atistirma ve fotograf molasindan sonra hemen geri donuse geciyoruz. Uzun ve yorucu bir yuruyus sonunda aksam karanliginda 19.30 gibi Gorakshep’e variyoruz. Bol sarmisakli corba ve acik cay icip yemek yemeden kendimi yataga atiyorum.

11. gun (12.05.2008)
Sabah 8.45 gibi Kalapatthar’a cikisa geciyoruz. Kalapatthar Nepalce “kara kaya” demekmis. Hakikaten de karli, acik gri renkli daglarin arasindan siyah rengiyle fark edilen tepe Everest zirvesini en iyi goren yermis. Agir agir ama hizla yukselerek 2.5 saatte zirvenin hemen dibinde, ruzgari daha az alan korunakli bir yerde birseyler atistirip kaztuyu anoraklarimizi giyiyor ve kayalik alani 15dk’da tirmanarak 5550mt yuksekligindeki dua bayraklariyla donanmis zirveye cikiyoruz.

Bol bol fotograf cekip havanin acmasini beklesek de nafile; Everest yuzunu gostermiyor. Biz de hemen arkamizda uzansak dokunacakmisiz gibi duran kiz kardesi heybetli Pumori’nin manzarasiyla yetinip inise geciyor ve bir saatte Gorakshep’e variyoruz. Ogle yemegini muteakip 14.30 gibi Dingboche’ye dogru yola cikiyoruz.

Arada Dhukla’da cay molasi verip hizli bir sekilde yurusek de kalabalik grupla aksam 20.20 gibi Dingboche’ye ancak varabiliyoruz. Iki gundur cok yorulmusuz. Gec saate, geceye kalmamiz basta grupta huzursuzluk yaratsa da ayın ve sayısız yıldızın altinda, Everest’in yuzunu gostermeyen cimri bulutlar acilip da Himalayalarin karli zirveleri ve guzel Amadablam yuzunu gostermeye baslayinca, tum yorgunlugumuzu unutup kendimizi bambaska bir boyutta hissediyoruz.

Bu arada Dingboche’ye onden giden Dorje sherpa meraklanip bizi karsilamaya geliyor. O gece tum grubun bir arada oldugu son geceydi. Ertesi sabah ana kamp grubu donuse gececek, Island Peak grubu ise Chukhung’a dogru yola devam edecekti. O kadar yorgunduk ki bu son gecemizde ortak birseyler yapmak bir yana yemegi zor yiyip hemen yatiyoruz.


12. gun (13.05.2008)
Sabah kahvalti sonrasi ana kamp grubuyla vedalasip acik ve gunesli havada kahve keyfi yapiyoruz Island Peak grubu olarak.

(Mus)Tafa rehberliginde toplam 21 kisi inise gecince biz Ertugrul ve Tunc rehberliginde toplam dokuz kisi kaliyoruz. Son iki yorucu gunun ardindan bugunku programimiz hafif; 10.15 gibi Chukhung’a yola koyuluyoruz. 4730mt’deki Chukhung kampina 2.5 saatte variyoruz.

Bir yandan yakici gunes, bir yandan hafif kar serpistiren acik ama ruzgarli havada, bizi cevreleyen muthis dag manzaralari esliginde bol cay icip sohbet ediyoruz. Burada Chukhung Ri (5550) ve Island Peak (6189)’e gelen diger Fransiz, Alman ve Israilli dagcilarla tanisip sohbet ediyoruz.

Bu arada su ana kadar ne bir rahatsizlik, istahsizlik, ne de uykusuzluk cekiyorum. Ancak bu sabah tam da zirve arifesinde bogaz agrisi ile uyanmak kotu bir surpriz oluyor benim icin. Nasilsa dinlenmeye biraz vakit var, moralimi bozmamaya calisiyorum. Aksam uzeri bulutlar iyice aciliyor ve Nuptse, Lhotse gibi 8000’lik daglar aksam gunesinde gorsel bir solen sunuyorlar bize.


13. gun (14.05.2008)
Gunesli bir sabahta mukellef bir kahvalti ve keyif kahvesinin ardindan 10.00’a dogru Island Peak ana kampina dogru yola cikiyoruz. Yolda genis molalar verip bol bol fotograf cekiyoruz.




Oldukca genis duzluklu vadi boyunca yurumek cok sıkıcı; bir onceki gunun aksine bugun yol hic bitmeyecekmis gibi geliyor. Cok yorgun hissediyorum; ikindi vakti cadirli kampa vardigimizda son gucumu toplayip adim atmaya devam ediyorum. Ancak yine bizim cadirlarimiz kampin en sonunda (!) oldugu icin bu yol da bir turlu bitmiyor ..

Ve nihayet bizim sherpalari ve coktan kampa varip keyifle islik calan Tunc’u goruyorum. Yere yikilip hemen birseyler iciyorum. Bir yandan cadirlarimiz kuruluyor, bir yandan da yemek hazirlaniyor. Yemekten sonra 1-2 saatlik bir dinlenme molasinin ardindan aksamustu saat 17.30 gibi Ertugrul, Tunc ve rehber sherpalarimiz karsimizdaki kayaya ip doseyip cumarla cikis – yatay gecis – inis talimi yaptiracak. O aradaki zamanda uyuyamiyorum, cok gonullu olmasam da iki defa iple alistirma yapiyorum. Aksam yemegini yiyip erkenden yatacagiz ve 01.00 gibi kalkip tirmanisa gececegiz. Artik cok az kaldi.. Bu uzun ince yolun sonuna geldik. Simdiye kadar hersey yolunda gitti. Bu arada grupta fireler verdik. Mehmet agabey istahsizlik cektigi icin kendini iyi hissetmedi ve ana kampcilarla geri dondu. Tugrul agabey daha ilk gunlerde ciddi bir mide rahatsizligi ve kanama gecirdi. Ismet bugun rahatsizlandi. Ahmet agabey ise zaten zirveye cikmamaya coktan karar verdi; “ben burada kampi bekleyip cuzdanlariniza goz kulak olacagim” dedi. Benim bogazimin agrisi ve tikali burnum canimi sıkıyor, ama iyiyim. Cok dusunmuyorum. Tum gucumu toplayip basarmak istiyorum. Yemekten sonra zirve cantami hazirladim ve tulumuma gomuldum; kulaklarimi tikadigim halde cadirimin dibindeki Island Peak temizlik ekibinin seslerini ve avlanmasi yasak besili ur kekliginin haftalardir patates, makarnaya talim eden bizlerle dalga gecermis gibi cikardigi tuhaf sesleri duyabiliyorum. Yine de cok gecmeden uykuya daliyorum.

14. gun (15.05.2008)
Saat 01.00’de Ertugrul’un meshur nidasiyla uyaniyorum. 5200mt’de cadirda olmaktan ve bu saatte uyandirilip daga tirmanacagimdan dolayi kendimi kotu hissetmiyorum. Belki de adim adim, emekle geldigimiz bu uzun yolda psikolojik olarak kendimi hazirladigim icin durumu hemen kabulleniyorum ve kalkip hazirlaniyorum. Cadirdan cikip yemek cadirinda sicak birseyler icip atistiriyoruz ve 02.30 gibi yola cikiyoruz.

Hava guzel, soguk degil, acik ve hafif esintili. Karanlikta kafa lambalarimizin aydinlattigi yolda ilerliyoruz. Kampin sonundan dag kutlesinin arkasina dolaniyoruz ve taslik alanda yukselmeye basliyoruz. Baslangicta taslik ve cok dik olmayan egimli etabi tirmaniyoruz. 5600mt’deki cadirlarin oldugu son kamp yerini geciyoruz. Bu arada hava yavas yavas aydinlanmaya basliyor. Gokyuzu dogudan itibaren sahane bir koyu maviye burunuyor, biz yukseldikce gun aciliyor ve gun isigi karsidaki 7000’lik zirvelere vurunca manzara sahane bir hal aliyor.

Bu arada arazi iyice sarplasmaya basliyor. Simdiye kadar patikali trek rotasinda yaptigimiz yuruyuslerin aksine bu dag insana gercekten “daga tirmandigini” hisettiriyor, etrafimizda bir bosluk hissi var. Buyuk kayalik bir kutleyi tirmaniyoruz. Ve hizla irtifa aliyoruz, yukseldikce manzaramiz daha buyuleyici olmaya basliyor. Karsimizda gun isiginin yavas yavas vurdugu birbiri ardina uzanan zirveler, zirvelerin dibinde turkuvaz – yesil goller.. Hicbir yorgunluk ya da sorunum yok, kendimi gayet dinc ve iyi hissediyorum. Ve nihayet kayalik etabin sonuna geliyoruz. Kaya kutlesi ince bir gecitle buzul etaba baglaniyor. Sanirim 5800'lerdeyiz.

Bu gecitte emniyet kemeri, kramponlarimizi giyip batonlari birakiyor ve kazmalarimizi cikariyoruz. Buz catlaklarinda olusabilecek herhangi bir kaza riskine karsi emniyet ipine giriyoruz.

Uc sherpamiz ve iki rehberimizle birlikte 11 kisi iki emniyet hattina bagli olarak yurumeye basliyoruz. Bu etapta kendimi yorgun hissetmeye basliyorum, hareketlerim agirlasiyor, her iki adimda durup dinlenme ihtiyaci duyuyorum.


Karli, parlak bembeyaz genis bir alandayiz, karsimizda ya da yanimizda buz catlaklari uzaniyor. Kah duz, kah egimli alanda birbirimize bagli olarak ilerliyoruz. Ve nihayet zirve karsimiza cikiyor. Burasi bulundugumuz yerden 90 dereceye yakin diklikte gorunen cok sert bir etap, ve cok uzak gorunuyor. Tam bu noktada yani 5900mt’lerde grup icinde bir muhasebe yapiliyor. Uc kisi devam etmeyip donmeye karar veriyor. Ben yorgun hissediyorum, uzakta cok zorlu gorunen zirveyi yapmam zor gorunse de su an donmek istemiyorum; limitimi henuz zorlamadim cunku. Donmek isteyenleri Tunc aliyor. Biz ise Hakan, Ahmet ve ben, Ertugrul ve iki sherpamiz rehberliginde yola devam ediyoruz.

Hava puslu ama gunesli, bembeyaz karli zeminden yansiyan isinlar acikta kalan alnimi yakiyor, sicak bunaltiyor. Buz duvarinin dibine geldigimiz zirve etabinda ipe giriyoruz. Ancak yukaridan inen bir Alman grup var. Iki ipi de isgal ettiklerinden onlar inmeden biz cikamiyoruz, ve onlari epeyce beklemek zorunda kaliyoruz.

Cumar, kazma ve krampon yardimiyla buz duvarini tirmanmaya basliyoruz. 6000mt’de boylesi dik ve uzun bir buz etabini cikmak epeyce zorluyor. Her tirmanis hamlesinde onumdeki yolun hic azalmadigini gordukce moralim bozuluyor. Bu etabin ortasinda enerjimin bittigini hissediyorum ve daha fazla tirmanacak gucu bulamiyorum kendimde. Ertugrul ve arkamdan gelen Ahmet’le Hakan bana sozle destek olup guc vermeye calisiyorlar ancak durup devam edemedigimi gorunce beni geciyorlar.

En onde cikmaya basladigim halde buz duvarinin ortasinda kalakaliyorum; ne ilerleyebiliyor, ne de inebiliyorm. Bu arada uc arkadasim da duvarin tepesine cikiyorlar. Yanima Fruva ve Dorje sherpalar geliyor, son gucumu toplayip yukari hamle yapiyorum, elimden tutuyorlar. Kazmayi buza saplayacak gucum yok, vursam da saga sola yatiyor kazma. Bu etapta kac defa tukendigimi hissedip tekrar “ha gayret!!” diyerek gucumun son kirintilarin toplayarak yukari hamle yaptigimi hatirlamiyorum.

Ancak her nasilsa sherpalarin da yardimiyla 100mt’lik buz duvarinin tepesine, bizimkilerin yanina variyorum nihayet. Ve bu noktaya varinca bir sekilde devam edecek gucu buluyorum kendimde. Zirve icin yaklasik 50mt daha yukselmemiz gerekiyor. Bu daha kolay bir etap, onceki gibi dik degil. Ancak sagi solu ucurum incecik bir sirttan geciyoruz. Yine ondeyim, ipte emniyetimi Fruva aliyor, tirmanmaya devam ediyorum. Ve nihayet zirveye variyorum.

Zirve dua bayraklariyla donanmis ufacık bir alan, ayakta duracak yer yok. Fruva’yi kucakliyorum ve o an tum sinirlerim bosaliyor. Varir varmaz kendimizi kaziga emniyete aliyoruz. Saate bakiyorum 13.30; 10 dk. sonra Ertugrul, Hakan, Ahmet ve Dorje sherpa geliyor, kucaklasiyoruz. Hava kapali, ancak soguk degil, kar serpistiriyor. Hemen fotograf cekip inise geciyoruz.

Dikey buzul etabin inisi cikis kadar olmasa da zorluyor. Hayatimda ilk defa 6000mt’de bu kadar dik ve uzun bir buz etabinda teknik tirmanis ve inis yapiyorum.. Ertugrul ile pespese asagiya iniyoruz. Duz karli alanda arkadan gelecek arkadaslari beklerken yorgunluktan icimiz geciyor. Sonra hep birlikte inise geciyoruz. Buzul etabinin ardindan emniyet kemer ve kramponlari cikarip bir nebze hafifliyoruz. Ancak dik, kayalik etabin inisinde de dikkati elden birakmamak gerekiyor. Zira dagda kazalarin cogu donus yolunda dikkatsizlikten oluyormus. Donusumuz 3.5 -4 saat kadar suruyor Hatta kampa varmadan 5600’lerde bizi merak eden Sherpalarimizdan biri elinde tang dolu surahi ile karsiliyor. Aksam ustu 18,00 sularinda toz toprak icinde yorgun savascilar gibi kampa variyoruz. Onden donen arkadaslarimiz bizi kampin girisinde kahramanlar gibi karsiliyor. Bizi epeyce merak etmisler, tek parca ve saglam dondugumuzu gorunce seviniyorlar.
Aksam ascilarimiz bize pizali, tatlili guzel bir ziyafet veriyor.


15. gun (16.05.2008)
Ve ertesi sabah kampi toplayip donuse geciyoruz. Ertugrul geride kalip zirveyi cikarken gorup asik oldugu Ambulatse golunun cazibesine kapilarak onun pesine dusuyor. Biz de Tunc’un rehberliginde, hedefi yerine getirmenin rahatligi icinde ve yukseklige alismis bunyelerimizi zorlamadan Chukhung’u es gecip Dingboche’ye variyoruz oglen saatlerinde.





Gunesli havada cesme basinda ufak capli bir temizlik yaparken kemeri bir delik daha daralttigimi fark ediyorum. Aslinda istahim hic kesilmedi; ancak o kadar cok yol katedip efor sarf etmis olmaliyim ki buna ragmen kilo vermisim. Ne guzel! Memleketin guzel yemeklerine hasret kaldik. İlla da o ur kekligini nasil kacirdigimiza hayiflaniyoruz. Hala patates ve makarnaya devam, ancak eskisi kadar cok sivi almiyoruz. Ogleden sonra bilardo bari ziyaret ediyoruz ve rovans maci yapiliyor. Toplam uc gece ile Dingboche en cok gece gecirdigimiz yer oluyor.



16. gun (17.05.2008)
Hedef oglen Tengboche’ye aksam da Namche Bazar’a varip orada gecelemek. Ahmet agabey rehberligi ele almis durumda. Agir temposuyla yokus yukari hic yorulmadan cikiyoruz; ancak yokus asagi inerken temposuna yetismek mumkun degil! Bir rivayete gore bizi zirveye gonderdikten sonra ur kekligini goturmus; ancak konu bir muamma olarak kaliyor ve bu dopingin kaynagini tam olarak ogrenemiyoruz bir turlu.

Ahmet agabeyin rehberliginden en hosnut olanlar ise kuskusuz en arkada rahat rahat makro cekimlerini yapan Ertugrul ile tum cabalarina ragmen grubun yavas temposuna ayak uyduramayan ve grup ile en az 2 km arayi acip grubu beklemek zorunda kalarak sıkıntıdan patlayan Tunc idi.. Nitekim rehberlikten azad edilen Tunc, biz Tengboche’de ogle yemegi yerken Namche Bazar’a coktan varmisti.


Ve biz Namche’ye vardigimiz aksam ustu saatlerinde odasina yerlesmis, dusunu almis, yemegini yemis hatta yarim kalan kitabini bitirmis ve yapacak kayda deger birsey arar vaziyette Khumbu Resort Hotel’in en ust katindaki yemek salonunun penceresinden bize el salliyordu.. Namche’ye varir varmaz ilk is dukkanlar kapanmadan kiraladigimiz plastik botlari geri vermek oldu. Ve tabi sicak dus! Bana cok daha uzun gibi gelen 10 gun suresince dus alamadigimdan ruyalarimda gordugum sicak dusa nihayet kavusuyorum ve kendime geliyorum. O aksam evi de ariyorum; ancak iletisim kuramiyorum bir turlu ..


17. gun (18.05.2008)
Aksamdan kararlastirdigimiz uzere sabah kahvaltimizi otelde yapmak yerine elmali turtalariyla unlu kafede yapiyoruz. Gunlerdir her sabah seyreltik cay esliginde kalin hamur seklinde pancake ve capati yemekten icimiz disimiza cikmis.

Bu kafede kendimize sahane bir omlet, sahanda yumurta ve elmali turta ziyafeti cekiyoruz. Namche Bazar ve kafe sezon sonu oldugundan dolayi epeyce tenha. Kafenin duvarlarinda Amadablam zirvesinden cekilmis panaromik Himalaya zirvelerini gosteren sahane bir poster, 7000-8000’lik zirvelerin ve meshur dagcilarin imzali posterleri asili.

Biz de tesis sahibinin rizasini alarak Ahmet’in getirdigi ve zirvede actigimiz K8000 bayragini girisin karsisindaki ahsap kirise cakiyoruz ve altinda hatira fotografi cektiriyoruz. Bu keyifli kahvaltinin ardindan gunesli havada yola koyuluyoruz. Hedef oglen Phakding’e oradan da Lukla’ya varmak.

Yolda bir hareketlilik var; meger Namche Bazar – Everest Base Camp arasinda yapilacak meshur dag maratonu icin gelen insanlarin kalabaligi imis bu.. Maratona bizim sherpalarimizdan Bibi ve oglu Cibi de katilacakmis. Ufak tefek celimsiz, mutevazi goruntusune ve ilerleyen yasina ragmen Bibi’nin maraton sampiyonu oldugunu ogrendigimizde cok sasirmistik.
Asma kopruleri gecip nehir boyunca kah inip kah cikarak Phakding’e variyoruz. Bu arada baslayan yagmur saganaga donusuyor. Buraya ilk gelirken de ayni seyi yasamistik. Yine sansimiz yaver gidiyor ve yemekten sonra yola cikarken yagmur duruyor, piril piril bir gunes aciyor.




Nefis manzaralara son kereler baktigimizin farkinda olarak bu goruntuleri ve yasadiklarimizi zihnimize kaziyoruz. Lukla’ya aksam ustu variyoruz ve Everest Lodge’a yerlesip buradaki son gecemizi geciriyoruz. Bu arada yemek sonrasi basta Dorje, Fruva olmak uzere bize hizmet veren rehber, tasiyici ve asci tum sherpalarimizla vedalasiyoruz.

18. gun (19.05.2008)
Sabah 05.00 gibi erkenden kalkip kahvaltinin ardindan Katmandu’dan ucagin kalktigini haber veren sirenin sesi ile hemen yakinimizdaki havaalanina yuruyoruz. Yine ayni kosturma icinde havaalaninda kontrolden gecip ucaga biniyoruz. Kisacik surede daglarin arasindan bu masalsi cografyayi ardimizda birakirken 15 gunluk unutulmaz maceranin tarifsiz duygulari icinde Katmandu’ya geri donuyoruz..
Sansimiz yaver gittiginden kullanmadigimiz yedek gunumuzle birlikte 4 gunumuz var.

19. gun (20.05.2008)
Dagdan geldigimizin ertesi gunu bir gunluk bir sehir turuna katiliyoruz. Bu turda once sehir merkezinden 14km uzakliktaki, eski kent dokusu ve yerel kiyafetler icindeki insanlari ile Ortacag’dan kalma izlenimi veren Bakhtapur’a gidiyoruz.
Tarihi 17.yuzyila dayanan bu eski sehir, tugla ve ahsabin kullanildigi geleneksel yigma bina teknolojisiyle insa edilen sivil mimari ornekleri, anitsal tapinaklari, meydan ve sokaklari ile cok etkileyici.



Bugday basaklarini saplarindan elleriyle ayiran yasli ciftciyi gorunce sasiriyoruz. Burada insanlar her turlu teknolojiden yoksun, cok kisitli imkanlar icinde yasiyorlar.

Bir sonraki duragimiz ise tapinaklar sehri Patan. Bu kadar tapinagi yanyana gormemistim hicbir yerde. Insanlar tapinaklarin basamaklarinda oturuyorlar, tapinaklarla ic ice yasiyorlar.




Bu arada o gun Buddha’nin 2552. dogumgunu oldugu icin sokak ve meydanlar cok kalabalik, her yerde bir senlik havasi var. Sehrin en buyuk stupasinin etrafinda da ayni sebepten muthis bir mahser kalabaligi var. Biz de adete uyarak stupanin etrafinda kalabaliga karisip bir tam tur atiyor ve dua tekerleklerini dondurup iyilik ve guzelliklerin tum dunyaya yayilmasini diliyoruz.



Aksam ustu son duragimiz ise Hindu tapinagi ve kutsal sayilan Bagmati nehri kenarinda ölü yakilan Pashupatinath.
Burada karsimiza cikan manzara gorulmeye deger. Yerel rehberimiz yakma isleminin yapildigi gat adi verilen platforma bakarak ölünün bir devlet memuru oldugunu soyluyor.

Bir yandan Hindu rahip yakma islemini yonetirken bir yandan da ölü yakinlari onun bir sonraki hayatinda ihtiyaci olacagina inandiklari yiyecek paketleri ve uzerinde yolunu aydinlatacak mumlardan ibaret sunulari nehre birakiyorlar. Bu kutsal sayilan ve yakma sonunda olunun kullerinin savruldugu nehir, nehirden ziyade durgun bir batakligi andiriyor. Ilginctir, sunulari yapan ölü yakinlarinin sadece iki adim otesinde bekleyen cocuklar bu sunu paketlerini acip icindekilerin bir kismini kendileri yiyorlar, bir kismini da yanlarinda serbestce gezen maymunlara veriyorlar. Ote yandan etrafta el ele gezen sevgililer mi ararsiniz, sagda solda oynayan cocuklar mi, turistlere kolye satmaya calisan genc kizlar mi, yoksa ortalarda gezinen yari ciplak vucutlarina kirec surulmus, uzun sacli Sadular mi (Sadular dünya nimetlerinden uzaklastigi soylenen Hindular)...

Burada hayat ve olum tum dogalligi ile ic ice .. Bize cok garip gelen bu rituel ve goruntulerden cok etkilenerek otelimize donuyoruz.

20-22. gunler (21-23.05.2008)
Geri kalan serbest gunlerimizi otelimizin bulundugu turistik Thamel bolgesinde sokaklari arsinlayip hediyelik esya ve dagcilik malzemesi alarak geciriyoruz.



Bu arada tabi ki hazir corba, kavrulmus pilav, makarna ve patatesten bikan midelerimizi ihmal etmeyip yorenin meshur restoranlarinda buraya ozgu yerel tadlari da deniyoruz.

Gezinin son gecesi yerel tur acentamiz bizi geleneksel bir lokantaya davet ediyor. Yer masalarinda geleneksel sunum ve muzikli dans gosterileri esliginde cok guzel bir ziyafetle turumuza son noktayi koyuyoruz.

Son soz: Bizimkinden cok farkli bir cografyada ve cok farkli bir kulture yaptigim bu gezi sonunda bana “iyi ki yapmisim!” dedirten epeyce sey yasadim. Gezinin dag ayaginda 15 gunde yaklasik 200km’lik yol katetmisiz. Everest Ana Kamp, Kalapatthar ve Island Peak zirve hedeflerinin ucunu de gerceklestirerek bir rivayete gore Island Peak’e cikan ilk Turk kizi olmusum. Bu ne kadar gercek bilemiyorum. Ancak benim icin onemli olan, tum hedefleri gerceklestirmek ve 6189mt’ye tirmanarak kendi rekorumu kirmaktı. Tum bunların da otesinde, her turlu mahrumiyete, zor yasam sartlarina ve fakirliklerine ragmen kendileriyle barisik, yuzleri gulen yore insani ve kulturu ile tanismis olmak muthis bir duyguydu. Daglarda gecirdigimiz zorlu gunlerden ve bu insanlari gordukten sonra sahip oldugum tum nimetlerden dolayi aslinda ne kadar cok sukretmem gerektigini, hayati aslinda basit yasamak gerektigini ve mutlulugun basit seylerle mumkun olabildigini dusundum bir kez daha ..


Fotograflar: Işıl Ören, Hakan Polat